Bu Blogda Ara

11 Şubat 2012 Cumartesi

BAYRAĞIN KISA TARİHİ
                  Aslı mızrak anlamına gelen 'batrak'sözü zamanla bayrağa dönüşmüş ve öyle telaffuz edilmeye başlanmıştır. Eski Türkler savaş meydanlarında mızrakların ucuna 'kutaş' adını verdikleri bezler asarlardı. Bazen da kırmızı bez yerine 'yak' adını verdikleri yaban öküzü kuyruğu takarlardı.
                 Araplar kulllandıkları bayrakların küçüklüklerine ise 'urayet' adını verdiler. İlhanlılar beyaz bayrak, Selçuklular hem siyah hem beyaz bayrak, İranlılar güneşli ve aslanlı bayraklar kullanmış, Timur ise ejderli bayrağı tercih etmiştir.
                   Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu Osman Bey zamanında ise devleti temsil eden tek renkli ve tek şekilli bir bayrak yoktu. Anadolu Selçuklu hükümdarı Giyasettin Mesut tarafından Osman Gazi'ye egemenlik alameti olarak gönderilenler arasında bir de beyaz bayrak vardı ve Türk akınlarında ordunun başında bu bayrak dalgalanırdı. Beyaz bayrak gönderilmeden önce Osman Gazi savaş bayrağı olarak kırmızı bayrağı seçmiştir.
                   Türk bayrağında ayla beraber yıldızın da kullanılması on sekizinci yüzyılın sonlarında ve Üçüncü Selim dönemşnde görülür. Bugünkü kırmızı, beş köşeli ay yıldızlı bayrağa doğru ilk adım İkinci Mahmud zamanında atıldı.
                     Daha sonra bayrağımıza kesin şeklini verip buna resmiyet kazandırmak için TBMM, 1836 yılında bir kanun çıkardı ve bu kanunun uygulanma şeklini tespit eden Türk bayrağı nizamnamesinin yayınlanmasıyla ay yıldızlı bayrağımız bugünkü şeklini aldı...



UÇAĞIN KISA TARİHİ
                     İnsanlık en eski tarihlerden beri kuşlar gibi uçabilmenin yollarını aramış, bunun için elinden geleni ardına koymamıştır. Fakat bu yoğun hevese rağmen uçak, sadece iki yüz yıldır gökyüzündedir.
                      İnsanlar modern teknoloji gelişmeden önce kuşları taklit ederek uçmaya çalışmışlardır. Bu esnada kimi yere çakılmış, kimi ise birkaç metre süzülerek yere yumuşak iniş yapmıştır. İlk ilkel biçimli uçağı Leonardo Da Vinci tasarlamışyır. Yapılan ilk kanatlı alete ise 'ornithoper' adı verilmiş, fakat kendini yerden kaldırana kadar akla karayo seçecek ağırlıkta olan bu alet fazla havalanamadan gündemden kaldırılmıştır. 
                     Eli yüzü düzgün ilk uçak yapımlarını başlatan kişi Roger Bacon'dur. Clemen Ader ise 1890 yılında ilk buharlı hava aracını yapmıştır. Daha sonra uçak yapmak için toplanmış kalabalığın arasına 'Çekilin, biz uçakcıyız.' diye giren Wright kardeşler, 1913 yılında ilk adam gibi uçağı yapınca herkesin gözleri havaya dikilmiştir.
                     Bu dönemde yapılan uçakların imalinde kullanılan tahta ve kanvas kumaş, daha sonra yerini vernikli kumaşa ve çelik borulara bırakmıştır. İkinci Dünya Savaşında alüminyum ve monokok üretim yaygın hale gelmiştir.
                      Başlangışta pilotun vücut hareketleri ya da kanadın tamamen eğilmesiyle sürülebilen uçakalr, günümüzde otomatik pilotla kendi kendini uçurabilmekte, kimseciklere eyvallah etmemektedir...


PASTANIN KISA TARİHİ
                    Özel günlerin vazgeçilmezi olan pasta, insanların önemli günlerinde en çok tercih ettikleri, yerini başka hiçbir tatlının tutmadığı bir yitecektir. Mesela doğum gününde henüz sütlaç kaşıklayan bir kalabalık görülmemiştir.
                    Büyük küçük herkesin sevdiği, hatta bazıları için özel bir müptelalık yapan bu hamurlu, kremalı tatlının tarihi, Antik Çağ'da pişirilen keklere dayanmaktadır. Tabi o zamanki kekler şimdiki gibi kakaolu, üzümlü ya da pandispanya değillerdi. Balla yapılmış ekmek gibi bir şeydiler. Eee halile kek dediğin fırında pişiyordu ve fırınla pişirme tekniklerini ilk geliştirenler de Antik Mısırlılardı..
                     Antik dünyada ekmek ve kek, dini törenlerin vazgeçilmez bir unsuruydu ve bugün törenlerdeki pasta yeme âdeti Antik Çağ'daki dinsel ritüellere dayanır. O zamanlar keklerin şekilleri genelde yuvarlak yapılırdı. Çünkü bu şeklin yaşamın döngüsel doğasını ifade ettiğine, hayat anlamına geldiğine inanılırdı...
                      İnsanları mutlu eden bu tatlıya on üçüncü yüzyılda İngilizler kek adını vermişlerdir. Araştırmalara göre, modern denilebilecek keklerin yanipastaların yapılmaya başlandığı dönem ise on yedinci yüzyıla rastlar. Tabi bu rastlamada, fırınlamanın gelişimi, şeker gibi rfine yiyeceklerin üretimi, kalıpların geliştirilmesi büyük bir önem taşır.
                      Bugünün bildiğimiz anlamdaki pastaları ise on dokuzuncu yüzyıla Amerika'da pişirilmeye başlanmıştır. Pastaların üzerinin sayı, kelime ve şekillerle süslenmesi pastacılığı daha bir almış yürütmüştür.
                       1920 yılında şu hepimizin bildiği ve 'İyi ki doğduuunnn..' diye söylediğimiz 'Happy Birtday To You' şarkısının bestelenmesinden sonra pastaların üzerine en çok yazılan cümle bu olmuştur...


10 Şubat 2012 Cuma

KEMANIN KISA TARİHİ
              İlk kez nerede yapıldığı fikir sahibi olamadığımız keman, yaylı çalgılar arasında en çok bilinenidir. Bu enstrümanın ataları,İngiltere'de fiddle, Almanya'da fiedel, İtalya'da lira de braci, Fransa'da isa viel isimleriyle kullanılan yaylı çalgılardır.
              Lavignac, kemanın kmence-i Guz, yani Oğuz kemençesinden alındığından bahseder. Yapılan araştırmalar ise Arapların rebabından geliştirildiğini öne sürmektedir.
              On altıncı ve on yedinci yüzyılda yetişmiş keman yapım ustaları kemana son şeklini vermişlerdir. Bu ustaların en ünlüsü Antonio Stradivariuus'tur.
               Genel yapısına bağlı kalınmamakla beraber on dokuzuncu yüzyılda bazı değişikliklere uğrayan keamnda gövde ve sap uzamış, köprü kısmı biraz daha yükseltilmiştir. Kemanın orketra içinde ilk kez çalınması 1565 yılında St. Riggo ve Corteccia'nın eserlerine nasip olmuştur. Sonraki yıllarda orkestra içindeki görevi artan keman için birinci keman ve ikinci keman kavramları doğmuştur.
                 Kemanın vakti zamanında Latin ülkeleriyle sıkı ilişkiler içersinde bulunan İstanbul ve trabzon'da kemanın en eski örneklerinin bulundığu ileri sürülmektedir. Kanuni Sultan Süleyman'ın sadrazamı İbrahim Paş'nın gençliğinde keman çalımdığı bilinmektedir. 
                Sultan Birinci Mahmud dönemine gelindiğinde, bu dönemin ünlü sanatkârlarından Corci, kemanı üst düzey sınıf arasına sokmuş, o yıllarda 'v'iola d'amre' denilen keman, Corci'den sonra yaygın olarak çalınmaya başlanmış ve bu konuda çok ünlü isimler yetişmştir...


KAHVENİN KISA TARİHİ
                     Kahve, insanlık tarihinde milattan sonra 1000 yılından beri bilinmektedir. Kökleri tarih Afrikasına kadar dayanan kahve ağacı, çalı boyundaki yeşil ağaççıklar halinde Etiyopya ve Kenya'da yeetişmekteydi..
                     O yılların Habeşiştan'ında kahve, çalı boyunca da ve her mevsim yeşil kalabilen ağaçların meyvesi olarak tarihr kayıtlara geçmiştir. Yine o yörelerde dolaşmış gezginlerin kayıtlarından edinilen bilgilere göre, bu meyveler olgunlaşmadan toplanıp kavrulduktan sonra öğütülür, daha sonra buna tuz ve yağ ilave edilerek bulamaç haline getirilip, uzun yolculuklarda yenmek üzere bir çeşit ekmek yapılırdı. Kısaası kırk yıl hatır süresi biçilen bu içeceğin ilk lullanılan hali ekmekti...
                      Arabistan'ın Yemen bölgesinden ülkemize ve bizden de tüm dünyaya yayılan kahveye Araplar, kuvvet anlamına gelen 'javeh' dediler. Kahve bize de 'Kaveh... Kave... Kahve... Kaave...' şeklinde dönüşerek gelip, tiryakilikle tüketilen bir içecek olarak tam 500 yıldır hüpletilmektedir.
                        Kahve üretimi on sekizinci yüzyılın ilk yarılarında Arabistan'da başladı. Oradan iklimi sıcak olan, Etiyopya, Sudan ve Afrika'nın kvator bölgelerinde yetiştirildi. Bugün ise en büyük kahve üreticisi olan ülkeler; Güney ve Orta Amerika, Afrika ve Asye'dır. Üretimde en büyük pay ise Brezilya'nındır.
                        Seyyah ve tüccarlar sayesinde Avrupa'ya yayılan kahve, asıl ününü 1683'te Osmanlıların Viyana kuşatmasından sonra elde etti ve ardından kahvehane kültürü gelişti. İstanbul'da da ilk kahvehane 1554 yılında açıldı...


GİTARIN KISA TARİHİ
                    Gitarın ilk kezne zaman tıngırdatıldığına dair görüşler Hititlere kadar gider. Ardından Asurluların da gitara benzeyen telli bie çalgı çaldıkları, kazılarda ele geçen kabartmalardan anlaşılmaktadır..
                    Gitarın Avrupa'ya gelişinde Arapların ve İranlıların rolü çok büyüktür. Önce İran yoluyla Araplara, Arapların İspanya'yı fethiyle de Avrupa'ya geçtiği bilinmektedir.
                     Batı ve Latin gitarlarına on ikinci yüzyılda rastlanır. Bu gitarlar on beşinci yüzyılda lavtaya doğru gelişerek 'Mandola' ve 'Mandora' adını alır. Bu yüzyıl günümüz gitarının ana çizgilerini oluşturur ve Latin gitarına 'Mızraplı Vihuela' denmeye başlanır.
                     On yedinci yüzyılda İspanya, dünyada gitarıyla ünlenme yolunda önemli adımlar atar.Bu dönemdeki gitarlar üzerinde dört tel mevcuttu. Bu teller bağırsaktan yapılıyordu ve parmakla çalınıyordu. Daha sonra gitara beş tel takıldı ve akortlanmaya başlandı.
                     On dokuzuncu yüzyılın ortalarına gelindiğinde gitarın şeklinde bir değişiklik yapılmaya karar veridi ve bu değişiklik Antonio de Torres trafından gerçekleştirildi. Kendisinin yaptığı bu değişiklik enstrümanı daha belirgin hale getirdi. Büyüdü, vidalı burgular takıldı, saptaki perde sayısı arttırıldı ve sesi güölendi.
                      Klasik, akustik, elektro, bass, lap steel ve perdesiz gibi çeşitlri bulunan gitarın en genel görünüşlüsü armudumsu olanıdır...



DAVULUN KISA TARİHİ
               Milattan önce 2000 yılında çalınmaya başlanan bu tok sesli enstrüman, tarih boyunca müziğin dışında, halkı tehlikelere karşı uyarmak, savaş meydanlarında ordulara talimat vererek savaşı yönetmek, özel oluşturulmuş davul ritimleriyle mesajlaşmak ve halka herhangi bir konyda bilgi vermek maksadıyla da kullanılmıştır..
                Davulun tarihi gerçekten çok eskidir. Belki de bulunan en eski enstrümandır. Davulu ilk çalanlar Afrikalılar ve Amerikan yerlileri yani Kızılderililer olmuştur. Özellikle Afrikalılar kendilerini bildiler bileli davula deli olmuşlar, hatta işi abartıp davullarına tapmışlardır.Onlara kişilik hatta cinsiyet bile vermişlerdir.
                Kızılderililer de Afrikalılardan aşağı kalmamış ve davulun hayattaki bütün güçleri temsil ettiğine inanmışlardır.İnsan muamelesi yaptıkları davulu alabildiğine kutsal saymışlar ve ruhlarıı tamir etmek için davulların önüne yiyecek ve içecek bırakmışlardır. Bu iki kavmin 'Allah sizi davul etsin!' dedirtecek bir bağlılkla bağlandıkları davul, Eski Mısırlılar ve Asurlular tarafından da kullanılmıştır..


ALKIŞIN KISA TARİHİ

                   Elleri birbirine vurarak şak şak şeklinde çıkartılan seslerle ifade etmek anlamına gelen alkış, ülkemizde de özellikle son yıllarda oldukça tercih edilen bir tezahürat yöntemidir. Öyle ki, cenaze merasimlerinde bile yaapılır olmuştur...
                   Dünyada ilk kez kim kimi alkışladı bilemiyoruz, fakat alkışın ülkemize Tanzimat'la beraber girdiğini biliyoruz. Ondan önce tezahürat sözle yapılırdı. Ellerini birbirine çarpıştıran yoktu..
                   Osmanlı devletinde padişahların ve devlet erkâkının katıldığı bazı törenlerde, padişahlar halk tarafından alkışlanır ve 'Gururlanma padişahım, senden büyük Allah var!' sloganları atılarak padişaha dünyanın ve makamların geçiciliği hatırlatılırdı..
                  Ülkemizde ilk defa bu törenler de başlayan alkışlama olayı o gün bugündür süregelmekte ve eller şıkkıdı şıkkıdı şaklatılmaya devam etmektedir...
@ İŞARETİNİN KISA TARİHİ
             Bir kısım araştırmanın görüşüne göre, Latince 'ad' sözcüğünü temsil eden ve 'içinde', 'tarafına doğru', 'yanında' anlamlarına gelen '@' işareti, Orta Çağ'ın başlarında, el yazmaları üzerinde çalışan kesişler tarafından kullanılırdı. Dilbilimcilerin geneli ise @ işaretinin, on sekizinci yüztılda birim başına verilen fiyatı temsil eden ticari bir sembol olduğunu düşünmektedir..
            İtalyan bir araştırmacı yakın bir tarihte, on dördüncü yüzyıla ait bazı ticari Venedij belgelerinde, @ işaretinin bugünkü şekliyle kullanıldığını ortaya çıkarmıştır..
            @ işareti 'ticari a' olarak 1885'te, yazı makinelerinin ilk örneği olan Underwood'un klavyesindeki yerini aldı. Otarihten yaklaşık seksen yıl sonra da bilgisayar klavyelerine e-mail işareti olarak geçiş yaptı.
            Ucu kıvrık bir a harfine benzeyen @ işaretini her ülke kendince seçtiği bir hayvana benzetmektedir.Fransızlar salyangoza, Danimarkalılar fil hortumuna, Norveçliler domuz kuyryğuna, Çinliler küçük bir fareye, Ruslar köpeğe, Finlandiyalılar kıvrılmış uyuyan küçük bir kediye benzetirlerken, Almanlar, Hollandalılar, Macarlar ve Güney Afrikalılar @ işaretini maymun kuyruğuna benzetmişler, kimileri ise hiçbir naneye benzetememişlerdir...